ŞEHRİN SESSİZLİĞİNDE KAYBOLMAK

Bir yürek daha parçalandı, bir can daha düştü gecenin içine. Şehir karanlığa yürüdü, sessiz adımlarla. Bağrından şimşekler fırladı gökyüzüne.
İnsanlar darmadağın,
Hazmedemedi yağmuru asfaltlar.
Yürümeye devam etti şehrin insanları, aldırmadan kaldırımın üstünde oturup kalmış adama.
Ağlamaklıydı adam, yanağına düşen yağmur damlalarını gözyaşlarına karıştırarak öylece seyrediyordu caddeden akıp giden kalabalığı. Umrunda da değildi zaten diğer insanlar.
Bir an doğruldu, yüreğini yokladı, evet yerinde duruyordu sevdası. Halbuki atmak istemişti defalarca, yüreğinden bu sevdayı. Artık bitmeliydi çekilen acılar artık kendini bulmalı ve yaşamalıydı.
Yürümeye devam etti şehir.
Ellerini cebine soktu adam; tek bir sigara çıkardı, dudaklarına götürdü, ardından çakmağından bir demet ateş fırlattı sigaraya ve duman ciğerlerde idi artık. Bir iç çekişti sanki. Sonra geceye yuvarlandı beyaz duman.
Düşünceleri içinde boğuluyordu sanki. Bir şeyleri yenmenin gayretiyle düşünüyor ama hep mağlup oluyordu.
Bir an sinirlendi, bakışları sertleşti, anıları rahatsız ediyordu besbelli. Haykırmak geldi içinden: “durun kalabalıklar, ey insan topluluğu durun! Nereye gittiğinizin farkında mısınız, peki ya yaşadığınızın? Artık inanmıyorum, sevdaya ve getirdiklerine. Yok böyle bir şey. Beni dinleyin…” olmadı tabi, hiçbir zaman becerememişti ki çok istemesine rağmen bu haykırışı.
Yürüdü kalabalıklar…
Terk edilmeli pörsümüş sevdalar, yapaylıklar, yalanlar, acılar terk edilmeli… diye düşündü.
Şehre haykıramıyordu ama kendi içine attığı çığlıklar kulaklarını çınlatıyordu.
Gökyüzüne kaldırdı başını, yağmur ferahlatıyordu yüzüne değdikçe. Yere çevirdi bakışlarını, asfaltın üstünde akıp giden suyu seyretti ve akıp gitti suyla birlikte, karanlığın içine.
Yürüdü insanlar farkına varmadan, kaldırımın üstüne sereserpe uzanıp kalmış adamın…

1 Ekim 1996

Paylaş